Endülüs’ün başkenti. Nasıl anlatsam bilemiyorum; cıvıl
cıvıl, çok eğlenceli ve rahat bir şehir. Çok sevdik Sevilla’yı. Şehrin dokusu,
insanları, sokakları, partileri, flamenkosu, tapas barları, marketleri,
pazarları hepsi ayrı güzel.
2. günün sonunda evet ya burada harika yaşanır klişesiyle
yorumlar yapar halde bulduk kendimizi. Kesinlikle başka bir zaman diliminde
hissettiriyor Sevilla. Etrafta çok sayıda fayton görmemizin de böyle
hissetmemize katkısı oldu sanırım.
Gezilecek görülecek çok yeri var. Ama burada zaman farklı
akıyor bu nedenle telaşa hiç gerek. Her şeye vakit yetiyor rahat rahat. Sevilla’ya
vardığınızda sizi muhteşem bir katedral karşılıyor.
Olağanüstü güzellikte bir katedral, her açıdan
fotoğrafladık sanırsam. Kristof Kolomb’un da mezarı bu katedraldeymiş. Ayrıca
dünyanın en büyük katedrali olduğu söyleniyor. Önündeki faytonlarla tam bir
film karesi bu meydan...Katedralin çok büyük bir kulesi var. Sevilla manzarası
pek hoşmuş. Biz tırmanmadık. İyice İspanyola bağlayıp hiç yormadık kendimizi.
Sevilla’nın en önemli en güzel yerlerinden biri tabii ki Alcazar Sarayı.
Mutlaka görülmesi gereken bir yer olarak not düşüyorum. İnce ince işlenmiş ve
bugüne kadar aynı güzellikte korunmuş bir saray. Hayran kalmamak mümkün değil.
Özellikle seramiklerine ve kapılarına hayran kaldık. Saray şehrin tam ortasında
ve sarayın arka kapısından çıkınca daracık sokaklardan oluşan mahallelerin
içinde buluyorsunuz kendinizi. Burası Santa Cruz bölgesi. Etraftı birbirinden
güzel tapas barlarla dolu müthiş bir bölge. Bol bol yürüyün, sokaklara girin,
çıkın, kaybolun, yorulun, bir tapas bara oturun, bir şeyler atıştırın. Salının
salınabildiğiniz kadar bu şehirde.
Tüm İspanyada olduğu gibi burada da akşam yemekleri geç yeniyor. Bence şehri eğlenceli kılan en önemli nedenlerden biri geç yenen akşam yemekleri. Şehir geç saatlere kadar eğleniyor. Akşamları ikinci bir gün başlıyor sanki dışarıya taşan restoran ve tapas barlarla birlikte. Felsefeleri ise bence bizimkinin aksine ‘bütün işini yarına bırak’ üzerine kuruluJ
Tüm İspanyada olduğu gibi burada da akşam yemekleri geç yeniyor. Bence şehri eğlenceli kılan en önemli nedenlerden biri geç yenen akşam yemekleri. Şehir geç saatlere kadar eğleniyor. Akşamları ikinci bir gün başlıyor sanki dışarıya taşan restoran ve tapas barlarla birlikte. Felsefeleri ise bence bizimkinin aksine ‘bütün işini yarına bırak’ üzerine kuruluJ
Bu
felsefeyi de sıkı sıkıya sahiplenmişler. Bayılıyorum siestalarına,
rahatlıklarına, telaşsızlıklarına…
Alcazar Sarayı
dışında Plaza Espana’da görülmesi gereken yerlerden. Sevilla’nın en büyük parkı
olan Maria Luisa parkının içinde bir meydan. Büyük bir avlu ortasında sandalla
gezilebilecek bir göletin olduğu dev bir meydan. Meydan oldukça geniş ve meydanın
çok yakınında park olduğu için pek ağaç yok ortalıkta. Gölge alan yapma gereği duyulmamış
anlaşılan. Sıcak havalarda meydandan uzak durup parka sığınmak en doğru yol. Gerçekten
bayıltıcı olabilir.
Hatta bence
yapılacak en iyi hareket Katedralin yanındaki faytonlara binip hem meydanı, hem
parkı hem de Sevilla’nın bir diğer alametifarikası Torro del Oro’u gezmek. Faytoncuyu istediğiniz yerde durdurup istediğiniz kadar vakit
geçirebiliyorsunuz. Böylelikle şehrin normalde görmeyeceğiniz ama faytonla
gezerken fark edeceğiniz başka güzelliklerini de görme şansınız oluyor. Tütün
fabrikasından bozma Güzel Sanatlar fakültesi gibi...Yalnızca harika bir bina
olduğunu söylemekle yetiniyorum.
Sevilla’ya
gelmişken Flamenko gösterisi izlememek büyük kayıp.
Turistik
tuzaklarına da düşmemek için sorduk soruşturduk ve Flamenko müzesini bulduk. Museo
del Baile Flamenco.
Oranın yerlilerin
de gidip Flamenko öğrendiği, içinde hem gösteri sanatları merkezi hem müze, hem
dans atölyesi hem de yakışıklı Oscar’ın olduğu yer!!
Aldık elimize
şaraplarımızı kurulduk sahnenin önüne. Pek yakışıklı bir adam - sonradan adının
Oscar olduğunu öğrendik- karşısında Carmen’le başladı Flamenko’ya. Fotoğraf
çekmek yasak ama Oscar’ın gizli fotoğraflarını çektirdim Ada’ya. Ada beni
Mehmet Ali’ye şikayet ediyordu ‘Baba annem Oscar’a aşık oldu diye.:)
Çok güzel bir
gösteriydi açıkçası. Çok sevdik. Museo del Baile Flamenco’ya mutlaka gitmenizi
öneriyorum. Sonrasında müzenin shop’una da bir göz atın. Çok güzel Flamenko
Cd’leri bulabilirsiniz.
Sevilla’da ‘Las Setas de la Encarnación’ başka bir adıyla Metropol Parasol adında
dünyanın en geniş ahşap yapısı olduğu söylenen çok acayip bir mimarisi var. Her
katında farklı bir etkinliğin olduğu, en tepesinde ise şahane bir Sevilla
manzarasının olduğu bir yer burası. Uzun uzadıya vakit geçirilmez ama mutlaka
burayı da görün bence.
Sevilla’ya
sokaklarına girip çıkılarak keşfedilecek çok şirin çok rahat bir şehir. Gecesi
ayrı, gündüzü ayrı güzel. Umarım bizim kadar seversiniz. Sevilla’daki 3 günden
sonra artık denizle buluşmaya gidiyoruz. Bir sonraki durağımız Avrupa’nın en
eski ve kadim şehri Cadiz.
Gezilecek
Yerler
·
Alcazar
Restoran önerileri
El Rinconcillo: Çok eski ve harika bir tapas bar.
Modesto: Güzel şarapların olduğu,Endülüs mutfağının çok iyi bir örneği. Çok pahalı
da değil.
Taberna del Alabardero: Biz çok sevdik. Her gün yeni bir tapas deneyin Sevilla’da. Burayada
gidin.Yıllardır aynı aile tarafından işletilen bir tapas.
Bar Giralda: Bu tapas barda Sevilla’nın en iyilerindenmiş. Denedik. Gayet iyiydi
gerçekten.
Otel önerileri
Hotel Casa1800: Harika
bir otel. Santa Cruz bölgesinde. Eski bir yapı restore edilmiş. Biz cok
beğendik.
Hotel Casa Del Poeta: Burası da çok başarılı bir otel.
Hotel Alfonso
VIII: Bu otel Sevilla’nın en meşhur oteli. Alcazar sarayı ile
yanyana. Kalmasanız bile bir akşam üzeri bir şeyler içmeye gidilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder